KUCAK DOLUSU SEVGİ İLE BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

KUCAK DOLUSU SEVGİ İLE BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

30 Eylül 2016 - 13:25

Haber:Halime Erdoğan/İzlenen Haber

 

     Hayata ne kadar erken başladıysa insan, kendine o kadar geç kalıyor. İzmir’in Konak Meydanı’nda yem satarak geçimini sağlamaya çalışan Bahriye Abla da, kendine geç kalmış insanlardan biri. Üç çocuk sahibi olduğu elli sekiz yıllık ömrüne dönüp baktığında; çile, dert, mücadele ve geçim kaygısı hatırlıyor.

İlkokul birinci sınıfa giderken; okulundan alınan, on üçüne bastığında evlendirilen, ruhu çocukken bedeni kadın olanlardan Bahriye Abla. Henüz kendi büyüyememişken, kucağında büyütmesi gereken bir bebek olanlardan.

Kader, kendi ne yaşadıysa, iki kızına da aynısını reva görmüştü. İki tane fidanını da henüz on beşine basmadan, çocukluğundan koparmış almış, herkesin gelinlik dediği fakat onların kefeni olan beyaz giysiyi giydirmişti.

‘Annem nasıl benim o kefeni giymeme engel olamadıysa, ben de kızlarımın giymesine engel olamadım.’ diyordu. ‘Siz ister cahillik deyin, ister korku. Ben dayak diyorum, ölüm diyorum.’ derken akıyordu yaşlar gözlerinden.

Yüzündeki çizgiler anlatıyordu yaşadıklarını, adeta satır satır yazılmıştı alnına ve gözlerinin etrafına. Aynaya her baktığında, yüzündeki bir çizgi, bin hatırayı canlandırıyordu ona.

Gözlerine dikkatlice baktığınızda, bir ışık vardı derinlerinde, bir umut, tutunacak bir dal hayata dair. Gözündeki o ışık haresi, en küçük kızıydı Bahriye Abla’nın. ‘Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır,’ derler ya hani. Onunki de öyleydi.

Kocası hastalandı aniden, tedavilere cevap vermedi bacakları. Artık kötürüm kocasına ve avuçlarında kalan son kızına o bakacaktı.

Okuması yazması bile yoktu, yaşı epey ilerlemiş, vücudu dayanıksız hale gelmişti. Bu halde ne iş tutacaktı elleri, bu yaştan sonra ne öğrenecek ve nasıl para kazanacaktı?

Çaresizlik içinde çıktı evden, Konak Meydanı’na geldi. Oturdu deniz kenarına, yalvardı denize, ‘Al beni içine, götür çok uzaklara, dayanamıyorum, gücüm yok,’ dedi. Ölmek istiyor lakin henüz ilköğretimde okuyan kızını bırakamıyordu.

Elinden tek gelen şey ağlamaktı, o da ağladı, ağladı ve ağladı. Hava kararmaya yüz tutmuştu, oturduğu banktan kalktı. Otobüs duraklarına doğru ilerlemeye başladı. Saat kulesinin önünden geçerken, kendinden daha yaşlı bir kadın gördü. Bu kadın plastik bardaklara doldurduğu yemleri satıyordu. Koyuldu izlemeye.

Burası İzmir’di ve İzmir sevgi demekti. İzmirlinin hayat görüşü sevgi felsefi üzerine kuruluydu. Hayvanları, insanları, ağaçları, doğayı sevmekti İzmirli olmak.

El ele tutuşmuş sevgililer, çocuklarını gezmeye çıkarmış anne ve babalar, Kemeraltı Esnafı, alış verişe gelenler yem alıyor, avuçlarına doldurdukları yemleri gülümseyen gözlerle kuşlara atıyorlardı. Çocuklar kuşların arasında koşturuyor, kuşlar da çocuklarla dans ediyordu.

Bahriye Abla’nın yine doldu gözleri fakat bu defa ölmeyi istediğinden değil, bu defa hissettiği sevgi yoğunluğundan, bu defa mutluluktan, bu defa umuttan akıttı içindeki göz yaşını.

İlk gördüğü zabıta arabasını durdurdu, anlattı durumunu. Ertesi sabah, bir elinde tabure, bir elinde buğday ile çıktı yola. Konak Meydanı’na kurdu tezgahını.

O gün bugündür bir işi var Bahriye Abla’nın ve şimdi tıpkı önünde uçuşan güvercinler gibi özgürce uçmak için kanatlarının çıkmasını bekleyen, üniversitede okuyan bir kızı.              

                                                                                 Yasal Uyarı                          

Habere dair, içerik, fotoğraf ve metnin tüm hakları İzlenen Haber Gazetesi'ne ait olup, izinsiz kullanımı halinde hukuk müşavirliğimizce yasal işlem başlatılacaktır.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x