UMUT DEDİĞİN…


Yakın çevremdeki arkadaşlarımdan son günlerde sık sık duymaya başladığım bir cümle var; “artık umudum kalmadı.”

Türk Dil Kurumu; “ummaktan doğan güven duygusu, ümit” diye tanımlıyor, umut ile ümit arasındaki ince çizgi için ise; “umut; güven duygusu”,” ümit; beklenti” diyor.

Umudun ve ümit etmenin ne demek olduğunu hatırlayamadığımız anları yaşasak da, umutsuzluğun ya da güven duygusunun tamamen yok olduğu ve beklentilerin tükendiğini sandığımız bu anlar, aslında çoğunlukla gerçeği yansıtmıyor.

Zaman zaman daldığımız bu umutsuzluk girdabının gerçek olmadığını görebilmek, yaşama gerçek gözlerle bakmaktan geçiyor.

Neden mi?

Geçtiğimiz haftalarda tanık olduklarım, anlatmak istediklerimin kısa bir özeti olacak.

CHP Parti Okulu’nun Karşıyaka’da verdiği Üye Temel Siyasi Eğitiminde, danışmanlığını yaptığım proje grubunun çalışması için, Karşıyaka Cumhuriyet Mahallesinde bir eve misafir olduk.

Beş çocuğu ile yalnız yaşayan 33 yaşında bir annenin yaşamına tanık olduk. En büyüğü 14, en küçüğü 3 yaşında. Büyük olan erkek çocuk, kas hastası.

Devletten engelli çocuğu için 900, okuyan kızı için 600 lira alıyor. 600 lira kira veriyor. Kendisine ve 5 çocuğuna 900 lira ile bakmaya çalışıyor.

Bu halde bu kadar çocuk niye var? Dediğinizi duyuyorum. Doktorun biri hasta çocuk için yeni doğacak kardeşin kordon bağından nakil olursa %10 ihtimal iyileşebilir, demiş. İyileşmemiş.

Neyse konu bu değil.

Amacım yaşanan zorluğu ve yoksulluğu anlatmak da değil. Ülkemizde bu durumda olan yüzbinlerce insan hatta milyonlar var.

Sobanın yanmadığı buz gibi evde yalınayak koşuşturan çocukların arasında özellikle dikkatimi çeken genç anne, benim meselem.

5 küçük çocukla ayakta kalabilmenin zorluğunun bile farkında olmayan, yaşamı bu haliyle kanıksamış, hiçbir şeyi sorgulamayan, henüz 33 yaşındaki genç anne, benim meselem.

“Bizden istediğin bir şey var mı?” diye sorduğumuzda, bir süre boş ve donuk gözlerle bakıp, düşünüp, “yok, ben böyle yaşamaya alıştım” diyen anne, bizim meselemiz.

“Bu yaşam senin kaderin değil, bunu sen seçmedin” dediğimizde, “rabbimin takdiri” diyen anlayış, bizim meselemiz.

Kocası olmayan, ailesi tarafından yalnız bırakılmış bu genç kadının yaşamdan hiçbir şey beklemiyor olması, “takdir-i ilahi” derken “ilahi adaleti” unutması,” kula kulluk etmenin” ne büyük günah olduğunu kendi yaşamı ile asla ilişkilendiremiyor olması elbet tesadüf değil.

Soru sormayan, sorgulamayan yığınlar ve bu duygunun hakim olduğu evlerde yetişen milyonlarca çocuk, kendilerine biçilen kaderi yaşayacaklar.

Kader diye dayatılan yaşamı sorgulamayan nesil, faşist yönetimlerin olduğu toplumlarda sistemin sigortasıdır, varlık sebebidir. Eğitilmiş insan, bu sistemlerin korkulu rüyasıdır.

Ellerindeki en büyük kozlardan biri de inanç konusudur. Din; biat eden bir toplum yaratmanın en etkili aracı olarak kullanılır. Oysa çağdaş toplumlarda din; iç dünyayı zenginleştiren, adalet ve eşitlik duygusunu geliştiren, kula kulluk etmenin, zulmetmenin yasak olduğu değerleri ile vardır ve inanç, kişilerin özgür iradelerine bırakılmıştır.

Umut dediğin, öyle kolay kolay yok olmuyor.

Soru sormuyorsan, gelecek hakkında fikrin yok ise, hiçbir şeye ve hiç kimseye güvenmiyorsan, beklentin kalmamış ise, her şeyi olağan karşılıyorsan, çıkış yolu olarak takdir-i ilahiye sığınmışsan, yaşamla arandaki en güçlü bağın kopmuş demektir. Umut dediğin, böyle bitiyor.

….

Biz, genç annenin evinden ayrılırken bir mum yaktık. Gözlerindeki donukluğun yerine bir nebze de olsa ışık bıraktık. Kişisel becerilerini değerlendirebileceği fikrini aşıladık. Destekleyeceğimizi söyleyerek unuttuğu umut duygusunu hatırlattık. Bu elbet çok güzel bir durum ama bir o kadar da tehlikeli…

Başladığın işin devamını getirmek, yaktığın mumun ışığını söndürmemek, genç annenin yüreğinde yeni bir hayal kırıklığı yaratmamak, bundan sonra yapılması gerekenler.

“Çalmadık kapı, sıkılmadık el bırakmayacağız”, söylemi güzel ama yetmez. Çalınan kapıdan içeri girmek, yaşama tanıklık etmek, iyilik yapmak, yani davanın parçası olmak şart.

Unutulmamak için unutmamak, sevilmek için sevmek, anlaşılmak için önce anlamak gerekiyor.

Dokunmak dediğin şey; hissetmek,

Umut dediğin se; tünelin ucundaki ışığı görmek, göstermek.

Kapılardan içeri girilmesi, kararmış yaşamlara ışık olunması umuduyla…