CUMHURİYET'İN UNUTULAN DIŞ POLİTİKA İLKELERİ


      AKP iktidarı daha doğru tek adam Tayyip Erdoğan 16 yıldır Cumhuriyet'in yerleştirdiği bütün dış politika ilkelerini çiğneyince, bugün dış ilişkilerde karşı karşıya olduğumuz vahim  durum ortaya çıktı.

O temel ilkelerden birisi "komşuların iç işlerine karışılmaması, Araplar arasındaki ihtilaflara taraf olunmaması" idi. AKP'nin dinci/mezhepçi yaklaşımlarla Türkiye'yi Orta Doğu çıkmazına sürüklemesi, o ilkenin geniş kamuoyu tarafından hatırlanmasına vesile oldu.

Ne var ki, AKP, Atatürk'ün ve Cumhuriyet kurucularının Türk siyasetine ve diplomasisine miras bıraktığı başka köklü dış politika ilkelerini de rafa kaldırdı.

Unutulan o ilkeler arasında "gerçekçilik" ve "barışçılık" vardır. 

Türk dış politikası gerçekçilikten hiç uzaklaşmadı. Kararlarının uluslararası konjonktür, ülkenin olanakları ve çıkarları ile uyumlu olmasına dikkat etti. Türkiye'yi sonu hüsranla bitecek maceralara hiç sürüklemedi. Lozan'da, Musul meselesinde, Hatay davasında, 2. Dünya Savaşında, Kıbrıs konusunda hep böyle oldu. 

Türk dış politikası, bir imparatorluk varisi olmasına karşın, kaybedilmiş toprakların geri alınması (irridentism) hedefini hiç gütmedi. O kadar ki, kaybedilmiş topraklarda sonradan oluşan devletlerle barış paktları oluşturdu (Balkan ve Sadabat paktları). Dış politika, o Büyük Adam'ın "Yurtta Barış Dünyada Barış" şiarına hep sadık kaldı.

AKP yani Tayyip Erdoğan 16 yıl boyunca bunların hepsinin tersini yaptı. Öyle olunca, AKP dış politikası bir "kandırılma" ve "kandırma" hikayesine dönüştü.

Oysa, AKP öncesi Cumhuriyet diplomasisi yalan söyleyerek yabancı muhataplarını hiç kandırmadı, onların Türkiye'yi kandırmalarına izin vermedi; kendi halkını da hiç aldatmadı. 

AKP, 2003'de Irak'ın işgali öncesi ABD'ni kandırarak işe başladı. Türk halkının tepkisini ve TBMM'nin onay vermeyebileceği gerçeğini hesaba katmadan, ABD ile birlikte komşu Müslüman Irak'a savaş açmayı taahhüt etti. Sonunda gerçekle karşılaştı.

Kandırılma ve kandırma AB konusunda devam etti. 2004/2005 yıllarında ortaya çıkan hukuki çerçevenin Türkiye'nin üye olmasına olanak sağlamayacağı açıkça belli olmasına karşın, AKP o çerçeveyi kabul etti.  Halkımızı da "yakında üyelik gerçekleşecek" diye aldattı. Yıllar geçip de üyelik gerçekleşmeyince, bu kez "AB bizi kandırdı" feryadına başladı. 

Suriye konusunda durum değişmedi. AKP, bölgesel konjonktürü ve çıkar ilişkilerini hiç dikkate almadan, ABD'nin kuyruğuna takılarak Esad'ı devirmeye kalktı. "İki haftada Şam'da namaz kılacağız", "sığınmacılar yüz bini geçince önlem alacağız" diyerek halkı kandırdı. Sonunda gerçeklere toslayınca, "Obama bizi aldattı" yaygarasına sığınıldı. 

Kandırılma ve kandırma vize serbestliği konusu ile sürdü. Hükümet AB ile Aralık 2013'de vize serbestliği yol haritası imzaladı. Buna göre, 72 kriterin karşılanacağı AB'ne taahhüt edildi. Bu kriterler arasında karşılanması mümkün olmayanların olduğunun bilinmesine rağmen, altı ay içinde vize serbestliğinin geleceği söylenerek halk kandırıldı. Duvara toslanınca, "AB bizi kandırdı" feryatları atıldı.

Türk dış politikasının "barışçı" vasfı tamamen bir kenara kondu. "İrredentism"in halklara ne büyük felaketler yaşatacağının örnekleri tarihte bulunmasına karşın, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları "kaybedilen topraklara dönüş" ve "fetih" temaları üzerinden yürütüldü. Uluslararası mutlak haklılığı bulunan Kıbrıs Barış Harekatında bile bu temalar kullanılmamıştı.

Örnekler çoğaltılabilir.

İsabeti kanıtlanmış temel dış politika ilkelerini rafa kaldırılınca, şimdi ülkenin bir "beka" sorunu olduğunu AKP'liler kendileri söylüyorlar.

Oysa, Cumhuriyet diplomasisi Türkiye'yi bir "beka" sorunu ile karşı karşıya bırakacak ve sınırlarını tartışmaya açacak  maceralardan özenle uzak durmuştu. İkinci Dünya Savaşında, ağır baskılara rağmen, barışçı tutumundan vazgeçmemişti.

Umarız, Muharrem İnce başta olmak üzere diğer cumhurbaşkanı adayları, cumhuriyet kurucularının miras bıraktıkları dış politika ilkelerini hatırlarlar ve o ilkelere geri dönüleceğini kampanyalarında taahhüt ederler.