Demirel'e Sahip Çıkan Azberbozan Solcu


9.Cumhurbaşkanı Demirel'in ölümünün üzerinden 5 yıl geçti. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, rahmetli Demirel, DP çizgisinin devamı olmasına rağmen ne Menderes ne de Özal gibi hafızalarda iz bıraktı.
Bunun nedeni ilk yıllarında izlediği yerli ve kalkınmacı çizgiyi son yıllarında vesayetçilere yanaşarak terk etmesiydi.
Bu yüzden şimdi onu, ne sağ-muhafazakar kesim ne de sonradan yanaştığı laik sol vesayetçiler sahipleniyor.
Önceki gün sevgili Engin Ardıç, Demirel'e solun bakışıyla ilgili ilginç bir yazı yazdı. Demirel'in ilk iktidar dönemine atıf yaparak şöyle diyordu:
"O kadar salaktık ki, Demirel'in Amerika'ya kafa tuttuğunu, Nixon yönetiminin çok istediği 'haşhaş ekimi yasağına' asla uymadığını, Sovyetler Birliği'ne yanaşıp onlara demir-çelik sanayii kurdurmaya kalktığını bile göremedik.
Menderes de Amerika'ya kafa tuttuğu için devrildi, Demirel de... Biri 27 Mayıs'ta, öteki 12 Mart'ta. Ama biz Amerika'ya uşaklık eden darbecilere pek hayran kaldık. Onları 'ilerici' sandık çünkü beynimizi öyle yıkamışlardı"
Bu beyin yıkamanın temeli 1960 askeri darbesine giden süreçte atıldı. DP karşı devrim hareketiydi ve Amerikancıydı. Sol ve Kemalistler, bu algıyı bilinçli bir biçimde işledi. Oysa ABD'yle askeri ve ticari ilişkileri kuran bizzat İsmet Paşa ve CHP'ydi ama bu gerçek hep saklandı.
Bu yüzden de solda, sağ siyasetçilerin ABD'ye kafa tutacağına dair bir inanç yoktu. Tıpkı bugün Başkan Erdoğan'ın "Dünya beşten büyüktür" iddiasına sahip çıkmadıkları gibi.
Bildiğim kadarıyla 70'li yıllarda bu hakim inanca karşı çıkan tek solcu İrfan Uçar'dı. UçarDeniz GezmişMahir Çayan, Yusuf Aslan gibi 68 kuşağının en etkili isimlerinden biriydi ve 12 Mart müdahalesinden sonra THKP-C örgütü üyeliğinden tutuklanmış, ağır işkence görmüştü. İçerideyken dünyada farklı hesaplaşmalar yaşandığını, Türkiye'de ise "yerli sermayeyi güçlendirmek isteyen Demirel'in Amerikancı ordu güçleri tarafından devrimci gençlerin küçük burjuva radikalizmi de kullanılarak alaşağı edildiğini" fark edecek ve bunu söyleyince de sol tarafından dışlanacaktı. O ağır işkenceler karşısında direnmesi, "dayanıklılık abidesi, işkencecileri alt eden adam" ilan edilmesi bile işe yaramayacaktı.
Buraya bir nokta koyup günümüze dönelim. İki yıl önceydi, cepten arayan kişi, "Ben İrfan Uçar..." deyince doğrusu şaşırdım ve bi an durdum, ses tonundan isim benzerliği olamayacağını düşünürken o devam etti:
"Yazılarınızı okuyorum, yakın bulduğum için aradım. Hem sohbet etmek hem de bir derdimi paylaşmak istedim."
Sonra bir bahar günü İstanbul'a geldi. Kısa da olsa solu, sivilleşmeyi, madenciliği, termik santralleri, nükleer enerjiyi konuştuk. Bir ara solun nasıl bir yanlışa sürüklendiğini anlatırken şu minvalde çarpıcı bir tespit yaptı:
"Bir şeylerin yanlış gittiğini, adam kaçırmaların, tehditlerin gençliği farklı bir yere götürdüğünü fark ettim ve arkadaşlarımı uyardım. Ama işe yaramadı. Türkiye'de kafaların bilinçli bir biçimde karıştırıldığını gördüm. O zaman Başbakan Demirel'in Amerikancı diye sol örgütlerce kaçırılıp öldürüleceğini öğrenince buna karşı çıktım ve deşifre ettim. Sonra bu gerçekleri mahkemede de anlattım"
Şaşırmıştım ve ilk kez duyuyordum. 68 kuşağından bir solcu, sağcı Demirel'e sahip çıkmış, "yerli" bir tavır almıştı. Solun tarihini az çok okuyan biri olarak o güne kadar böyle bir bilgiye sahip değildim. Sonra biraz araştırınca birkaç yerde benzer bilgilere rastladım.
Solun bugününe de ışık tutan Uçar'ın hayatına yarın devam edelim.