YERLİ MALI DÜNYA MALI
Filiz TEKALTI

Filiz TEKALTI

YERLİ MALI DÜNYA MALI

Küçüklüğümüzde yerli malı haftalarımız olurdu okullarımızda. Patatesten ve diğer sebzelerden oyma kalıplar hazırlar ve boya ile desenler yapardık. Yerli malının ne olduğunu tam anlamı ile bilmeseydik de çok mutluluk dolu saatler ve eğlenceli günlerimiz olduğunu bilmem kimler hatırlar.

Ülkemizde o zamanlar dışarıdan ithal edilen pek çok şey olmasa gerekti. Kendi malımızla ve kendi üretimimizle, etinden tutun ta sigarasına kadar her şey Türk malı idi. Bir Lewis marka kot pantolon veya Marlboro sigarası bile satılmaz iken, yabancı mal yiyecek veya giyecekleri, ancak yurtdışından işçi aileleri ve yakınları olanların getirdiklerini veya ancak yurtdışına gitme imkanı olanların yabancı malı eşya aldıklarını, kimler hatırlamaz ki.!!

Okullarımızda Türkiyemizin ne kadar zenginlikleri olduğunu öğrenirdik. Yer altı madenlerimizden, tarım ve zirai üretiminden ve et ve sütün bolluğundan, bunun yanı sıra tekstil zenginliğimizden ve ismini sayamayacağım nice diğer kaynaklarımızın bizlere yettiğini ve bunların ülkemize olan faydalarını öğrenirdik. Bu zenginliklerimizin nereye kaybolduğundan haberi olan var mı!.

Gazetelerde yabancı sigara veya beyaz eşya kaçakçılığından yakalananların ve bunların ağır hapis cezalarına çarptırıldıklarını okuduğumu hiç unutmam. Neden bu kaçakçılık yapılıyor diye çocuk aklı ile tam anlayamıyordum tabi ki. Televizyon gelmeden önce radyolarda müzik ve tiyatro saatlerimiz olurdu, heyecanla o saatlerde birleşerek guruplar halinde sosyalleşirdik.Daha sonraları önce siyah beyaz televizyon ekranları daha sonra renkli yayınlara dönüştü ve haftada bir kaç gün yayın yaparken, arabesk şarkıcı ve şarkılarının ve oryantal dansözlerin yasak olduğu TRT günlerini de hangimiz unutabiliriz acaba..

1950 senelerinde yurtdışına başlayan işçi akımı, Avrupa ülkelerinin ucuz iş gücüne ihtiyaçını belirtirken ve bu ülkelerin kendi ekonomik kalkınmalarına gereken yardımları sağlarken, biz hala okuma yazma oranını yükseltme ihtiyacında ve fakir ailelerin zar zor geçimlerini sağlamaları gibi temel sorunlarla baş başayız..

Günümüzde hala Avrupaya ve avrupalıya olan ilgi eksilmemekte ve tam tersine bu alaka büyümekte. Evet Avrupada ikinci dünya savaşından sonra yeni gelişmeler ve ekonomik kalkınmaların ardından ve ilim-bilime, tekniğe verilen önemin yani sıra şimdi gözlerimizin önüne sergilenen VE içersinde yasadığımız çok ayrı bir dünyadayız artık.. Kırk sene öncesinde, toplumda ki bu gelişmelerin olacağını rüya bile edemezdik.

Avrupa ilim-bilime değer verirken aynı zamanda şehirleşmenin yanı sıra tabiatına da zarar vermeden bilinçli olarak hem tarihi merkezleri ve hem de yeşil alanları korumaya almıştır. Bunun yanı sıra eğitime verilen önem çok fazladır yeni pedagojiler yanı sıra insanoğlunun her alanda rahat edebileceği bir ortam hazırlanması için en ince ayrıntılara bile yer ayrılmıştır. 
Avrupa ve diğer gelişmiş ülkeler medeniyete önem verirken elbette ki kültür ve ekin alanlarında da egemenliği koruyacaktır. Zaten ekonomisi gelişmiş ülkeler kendi toplumlarını daha da geliştirmek için ürettikleri malları satacak yerler bulmak zorundadırlar. Tıpkı büyük balık küçük balığı yutar misali bu kaçınılmaz bir gerçektir. Mesela, geçimini silah üretip satmakla sağlamakta olan bir ülke savaş olmadıkça silahı nereye satabilecektir?? Satamayınca geçimini nasıl sağlayacaktır? Bu yüzden savaşlar icat edilecektir ve bu yüzden bu ülkelerin daha çok kalkınmaları ve medeniyetlerini ve alıştıkları rahat yaşama ağlarını daha rahatça sürdürebilmeleri için, zayıf toplumlar her zaman altta kalmaya devam edeceklerdir..

Arada bir değişik haberler görmekteyiz, hani sarışın mavi gözlü bir avrupalı veya amerikalı, Afrikaya gider, siyahi çocuklara sahip çıkar kucaklar yemek verir veya bazı yardımlarda bulunur. Hepimiz de aman ne kadar iyi insanlar var diye seviniriz…Bu tür propagandalar her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir ama bunun iyilikle ve iyi insanlarla alakası, büyük bir soru işaretidir.!

Medeniyetin tarihine bir göz atarsak ve nerden geliştiğine bakarsak bunun kesinlikle Avrupa ve Amerikadan olmadığını çok rahat bulabiliriz. Ama medeniyeti ayakta tutan bizler değiliz onlardır.. Toplum değişimleri iki günde veya iki senede olmaz, en ufak değişimlerde, en az on senelik bir zaman ister, …Biz bize ait olmayan kültür ve gelişimleri hemen kendimize mal edemeyiz, bunun için entegre olmamız gerekmektedir. Avrupalı bu aşamalarda bizden ileridedir, onlar bizden çok öndeler ve bu gidişle o öncelik devam etmeye, devam edecektir. Bizim kendi kültürümüzü muhafaza etmemizde ki yarar kendi lehimize olacaktır ve yavaş yavaş entegre olarak değişimleri kendimize mal edebiliriz ama asimile edersek bu yanlış olacaktır ve gene ilerleme engellenecektir..

Toplumumuz hala bir uçurum yarasını taşımaya devam etmektedir, bir yanı avrupalı yaşam sürdürürken diğer bir yanı hala temel sorunlarla mücadele içindedir. Televizyonlarda ki programlar geçimini zor sağlayanlara hitap etmemektedir veya sanat camiası denilen ortamın yasayış tarzı, halkın yasayış şekli değildir. Kimler bu yaşantıya gıpta edebiliyorlar ve kendi özünden bir şeyler taşımayan bu sahte görüntülere aldanabilmekte, bu da diğer bir soru işareti taşımakta..

Bunları bilerek acaba hala Avrupa ve Amerika özentisi duyabiliyormuyuz!. Medeniyet mi istiyoruz, bunun için medeni olma yolunda ilerlemeliyiz ve bu da ancak eğitimle ve bilinçli düşünmekle 
olabilir, başka hiç bir yolu yok..
Şunu belirtmek isterim ki Avrupalıda gıpta edeceğimiz hiç birşey yok, onlar tekniğin ve rahat yaşamın getirdikleri ile bir çok şeyleri de kaybetmeye devam ediyorlar. Bizim zengin kültürümüzün ve birbirimize olan kozmopolitik yakınlığımızın ve insanlığımızın değeri çok daha fazladır. 
İnsan olmak insan kalmak daha güzel, Kıymetini bilelim..


Sağlıcakla kalın

Son Yazılar